20 Mart 2012 Salı

SON...

 Oİ ARTE, MÜŞTERİLERİNİ DÖVEN SATIŞ TEMSİLCİLERİNİ “EMEKÇİ” İLAN ETTİ…
İki kadının dayak yediği Oi Arte Mağazası, internet sitesinde basın metni yayınladı. Basın metninde dayak yiyen kadınların bu olayı “ kasten “ yaptıklarını söyleyecek kadar ileri giden mağaza yetkilileri, dayakçılara da “emekçilerimiz” ifadesini kullandı. Biz onların emeklerini gördük, yaşadık ve Adli Tıp Raporuyla belgeledik. Akşam saatlerinde basın metnini internet sitelerinden kaldırdılar. Allah kimseyi söylediklerinden, yazdıklarından geri adım atmak zorunda bırakmasın.

Oİ BATENDO: MERHABA DAYAK
“Oi Arte”, Türkçesi “Merhaba Sanat”…Ancak yaşananlar nedeniyle o mağaza bizim için “Oi Batendo” “Merhaba Dayak” yani…İsmini hak ettiğinden hiç kuşkunuz olmasın. Kendisini görmediğimiz, tanımadığımız biri tarafından yazılan basın metniyle taraflar olay sonrası suskunluğunu bozmuş. “Rüşvetin belgesi olur mu?” diye bir soru vardı hatırlarsınız…Ben de “yalanın belgesi olur mu” diye sormak istiyorum ve cevaplıyorum: “Evet yalanın belgesi olurmuş.” Basın metni, yalanın belgesi. Belki de bu yüzden yani yalanlarına insanların artık inanmayacaklarını düşünmüş olmalılar ki, akşam saatlerinde basın metni sitelerinden kaldırıldı. Basın metninde tarafsız gözle iyi niyet aradık, özür aradık, pişmanlık aradık. Bulduğumuz tek şey metinde 5 kez geçen “ağır tahrik” kelimesi oldu. Yani dayakçılar ağır tahrik vardı, dövdük şeklindeki düşüncelerini halen ısrarla devam ettiriyorlar. Bir de bizim gücümüzü ve çevremizi onları mahvetmek için kullandığımız iddia ediliyor. Bu olayın medyada bu kadar yer almasının nedeni; bizim gücümüzün büyüklüğü değil, sizin yaptığınız ayıbın büyüklüğündendir.

YANSITMA, PSİKOLOJİK BİR RAHATSIZLIKTIR
Mağaza sahipleri, Aslıderen Blogu’nda yer alan yazıların işlerine gelen kısımlarını, hatta bazı yerlerini çarpıtarak basın metnine koymuşlar.  Yazıların belirli kısımları, basın metninde “niyet beyanı” olarak nitelendirilmiş. Bizim başından beri niyetimiz bellidir ve nettir. Dayağı aklamaya çalışarak niyeti belli olmayan sizlersiniz. Dikkatli okunduğunda anlaşılacaktır ki; basın metninde aleyhimize kullanılan cümleler, duyarlı vatandaşlarımızın internet sitelerindeki yorumlarından alıntıdır. Mağaza sahipleri tarafından açıkça bize yönelik karalama ve iftira kampanyası yürütülmeye çalışılmaktadır. Psikolojide bunun adı “yansıtma”dır. İnsanda, duygu, düşünce, algı ve karar verme yetisinin sağlıksızlaşmasıyla ortaya çıkar.
Gelelim şimdi basın metnindeki anlatılanlara, detaylara…
MAĞAZA SAHİBİ KAHKAHALARIYLA KARAKOLU ÇINLATTIĞINDA, KADINLIĞIMIZDAN VE İNSANLIĞIMIZDAN UTANDIK
Öncelikle basın metnini okumaya başlarken gayet umutluyduk. Yaptıkları yanlışın nihayet farkına vardılar ve özür dilemeye karar verdiler diye düşünmüştük. Çünkü bizler, öncelikle insanların niyetlerine önem veren kişileriz. Oysa, karakolda mağaza sahibiyle ilk karşılamamızda kendisi, niyetini bize açıkça belli etmişti.
Biz ne mi yaşadık karakolda? Dayak yiyen iki kadın, yanlarında şok geçiren kız kardeşleri oturup “Allah’ım burada ne işimiz var diye düşünürken “bir kadın girdi içeri…Bize baktı ve polislere yüksek sesle “Ben de zararımın karşılanmasını istiyorum, ben de şikayetçiyim” dedi. Mağaza sahibi olduğunu bu sarsıcı sözleriyle anlamış bulunduk. Neydi zarardan kastettiği? Satış temsilcisinin attığı ayakkabılardan çatlayan vitrin camı mı? Yoksa arbede sırasında devrilen ayakkabılar ve çantalar mı? Dayak yiyen iki müşteri varken, dağılan ayakkabı ve çantaların derdine düşen bir mağaza sahibiyle karşı karşıyaydık. Bu zihniyet bile olayın bu noktaya gelebileceğinin ilk sinyallerini veriyordu zaten. Müşterileri dayak yiyor, kendisi de bir kadın ve şikayetçi… Tüm bu akıl tutulmasının yanı sıra kahkahalar atıyor, bize bakıp gülüyor. Önce acaba kendisi de mi olayın etkisiyle şok geçiriyor? Bu anlamsız hareketlerinin nedeni bu mu? diye düşündük. Ancak akşam saatlerinde kendisini aynı neşeyle karakola girdiğini gördüğümüzde, önce kadınlığımızdan, sonra insanlığımızdan utandık. Deniyor ki “kendilerine ulaşmak için her türlü kapı çalınmıştır”. Bu tamamen yalandır. Panora yönetimi tarafından ‘mağaza yetkililerine iletişim numaralarınız verelim mi’ diye sorulduğunda “tabii ki memnuniyetle” dedik. O gün bugündür gazeteciler dışında mağaza adına arayan kimse olmadı. Telefon etmeyi bırakın, olayın gerçekleştiği gün karakolda iki saat süresince aramızda bir metre mesafe olmaksızın yan yana olayın akıbetini beklemedik mi? Konuşmak için en küçük bir çaba sarf ettiniz mi? Bizim gördüğümüz, gülmek dışında hiçbir tepkiniz olmadığıdır Meral Hanım.
TAHRİK ETTİLER, VERDİK SOPAYI..
Oysa basın metnini iyi niyetle okumaya başlamıştık. Mağaza sahibi olarak müşterilerine geçmiş olsun deme nezaketini bile gösteremeyen hatta kışkırtmak için elinden geleni yapan mağaza sahibi, bu kez özür dileyecek miydi..? TABİİ Kİ HAYIR… Basın metninde yer alan “…kimin aklına gelir ki Ankara’nın eğitim ve gelir seviyesi yüksek semtlerinden birisinde böyle ağır tahrik ve taciz edici küfürler edilebileceği hiç yaşamadık ve karşılaşmadık ki” cümlesiyle eğitim seviyemizle ilgili kendince çıkarımlarda bulunan kişinin kalitesi de, seviyesi de karakolda anlaşılmamış mıydı zaten? Kimin o sınırın hangi tarafında olduğu çok net değil miydi? Hani çok ciddi bir kışkırtma, ağır tahrik ve taciz  yaşanmış ya mağazada…Ne olmuş? Müşteriler tezgahtarlara küfretmiş, hakaret etmişler, taciz etmişler ve onlar da eskilerin deyimiyle ‘vermişler sopayı’..Öyle gözleri dönmüş ki; biri evli olan kadının karnına tekmeler atılmış, saçlarından sürüklenmiş, hızlarını alamayıp diğerinin burnunu çatlatmışlar, gözünü morartmışlar..Neden??? Kışkırtma varmış çünkü…Haaa o zaman arkadaş sana sormazlar mı, iki kadın dayak yemiş, ağızları burunları dağılmış, yanlarında kardeşleri, onları mı teselli edecekler, kendilerini mi bilemez durumdalar. Hayatlarında ilk kez karakola gitmişler ne yapacaklarını bilmiyorlar. Sen bu durumlarında gel, karşılarına geç, kahkaha at. Sizin deyiminizle, bundan ala kışkırtma, ağır tahrik ve taciz mi olur? E o zaman ben de senin suratına bir yumruk atsaydım, karnına tekmeler atıp yerlerde sürükleseydim. Sen de hak etmiş mi olacaktın? Ama biz yapmadık, aklımızdan bile geçmedi. O yüzden kalite ortada…
DAYAK YİYEN KADINLARA YÖNELİK “MAĞAZAYA KASTEN GİRİP OLAY ÇIKARTTILAR” SUÇLAMASI..
Basın metinlerinde bir cümle var ki; dehşete düştük. Kadınlar mağazayı özellikle seçmiş, olay çıkartmak için çaba sarf etmiş. Öncelikle mağaza görevlileri, müşteriler ilk geldiğinde “15 dakika sonra gelin, yetkilimiz şu an burada yok” demişlerdir. Kamera kayıtlarını olayın 15 dakika öncesinden izlemeye başlarsanız kadınların iyi niyetini göreceksiniz. Olay çıkarma niyetleri olsaydı, neden ilk görüşmede yapacaklarını yapmadılar? Ayrıca müşterinin ilk cümleleri “ben bu ayakkabımı çok seviyorum, değiştirmeyi hiç istemiyorum, ne yapabiliriz?” şeklindedir. Bu cümle bile tek başına olayda kesinlikle bir art niyet olmadığının göstergesidir. Dayak yiyen kadınlara yöneltilen bu itham, hastalıklı bir ruhun tezahürüdür.
DAYAKÇININ BOYUNUN 1.60 OLMASI HAFİFLETİCİ NEDEN Mİ?
Efendim neymiş dayakçılardan biri 1.60’mış.Metinde bu nokta özellikle vurgulanmış. Bu detay neden verildi? 1.60 boyundaki adamın yumruğu, yumruktan sayılmaz mı? 1.70 olsa daha mı sağlam vuracaktı? Yumruk atanın boyunun 1.60 olması hafifletici neden mi? Yani ‘vursa da acımaz’ mı? Yani ‘onun attığı dayaktan ne olur’ mu? Bu nasıl bir mantık? Bu ne anlamsız bir masumlaştırma çabası? Açıklamada ayrıca satış görevlilerinin dayak yemekten korktukları yazıyor. Korkuları nasıl bir öfkeye dönüşmüş ki iki kadın öldüresiye dövülmüş? Daha dramatik olayların, Panora güvenliği sayesinde engellendiği belirtilmiş. Oysa Panora yönetiminden Vatan gazetesine 19 Mart tarihinde yapılan açıklamada;güvenlik görevlilerinin dahi çağırılmadığı, son anda gelen güvenlik görevlilerinin de satış görevlileri tarafından darp edildiği, satış temsilcilerinin ilk etapta hemen tartışmaya başladığı, bayan satış temsilcisinin cama ayakkabı fırlattığı bunların alenen kamera kayıtlarında görüldüğü belirtilmiştir. Kısaca 1.60’lık satış temsilciniz hem kadınların, hem de güvenlik görevlilerinin hakkından gelmiştir. Diğer satış temsilcisi ise, hayatının baharında 17 yaşında masum mu masum bir kız çocuğuymuş. Biz onun nerede oturduğunu biliyoruz Meral Hanım. Nereden mi biliyoruz.? Kavga esnasında o küçük masum kız çocuğu dedi ki: “….’da oturuyoruz o…lar gelin orada görüşelim’’. Ayrıca diğer satış görevlileri kadar da çabalamıştır bizim kızları dövmek için. Bağırıp küfrederek ve ayakkabı fırlatarak ifade etmiştir kendisini. Zira dayak görevini iki adam üstlenmiştir. Diğer şahıstan ise hiç bahsedilmiyor. Hey gidi cengaver…Sen yan mağazadan uçarak çık gel, kadını saçından yere yapıştır. Kimlerin sözcülüğünü yaptığınızın ve savunduğunuzun farkında mısınız?
GÜNAHSIZ KİŞİLER İŞSİZ KALMASIN
Basın metninde kul hakkından bahsetmiş muhteşem ikili. Olayı anlatalım, gerçekler bilinsin..Kul hakkını düşünen taraf, hangi taraf takdir sizin. Mağaza sahibi, dayakçı elemanlarına sahip çıktı, ardından dayak yiyen bayanlardan “mağazamı dağıttılar” gerekçesiyle şikayetçi oldu, karakolda kışkırtıcı hareketlerle bizi tahrik etmeye çalıştı. Ardından görüntüleri izledi ve mağazasını asıl dağıtanların kendi elemanları olduğunu gördü. Daha sonra medya baskısı nedeniyle işin büyüyeceğini anlamış olacak ki bir yakınımızı arayarak “kızlar çok öfkeli onları aramak istemiyorum. Lütfen siz bir sorar mısınız? Uzun boylu biri var görüntülerde onun da işine son verelim mi? “diye sormuş. Olayın başından beri dayakçılar dışında kimsenin zarar görmesini istemeyen ve hatta “o mağazada iyi bir kızcağız vardı inşallah onu da işten çıkarmamışlardır” diyen E.G. ve M.F.  tabii ki olaya karışmayan biri için “uzun boylu olaya karışmamıştı durduk yere günahsız kişilerin işsiz kalmasına vesile olmayalım” dediler. Ancak Meral Hanım bu mesajın işine gelen kısmını yani “durduk yere günahsız kişilerin işsiz kalmasına vesile olmayalım” cümlesini alarak basın metnine koymuş. Allah’a şükürler olsun ki vicdan sahibi insanlarız. Böyle gördük, böyle yetiştik.
DAYAK YİYENLERDEN BİRİNİN EŞİNİN FİLİSTİNLİ OLMASI DA SUÇ MU?
Bir yalan daha…Dayak yiyenlerden birinin eşi Filistin’li. Olay sonrası karakola geldi. Her normal eş gibi “eşime vuranlar nerede” diye sordu yarım Türkçesi ile. Polisler evlerine gönderildiklerini söyleyince “o zaman ben de onları döveyim beni de evime gönderin “dedi. Bundan daha doğal bir tepki olabilir mi? Sadece Filistin’li olduğu için bir insanı “tehdit alıyoruz, korkuyoruz, her gün mağazaya yüzlerce telefon geliyor, küfrediliyor” gibi cümlelerle bunların sorumlusu ilan etmek; ayırımcılıktır,ırkçılıktır,yargısız infazdır. Ayrıca kendisinin Türkçesi, basın metninde yer alan sözleri söyleyecek kadar iyi değildir. Şayet Meral Hanım İtalyanca ya da Arapça bilmiyorsa; söylediklerini anlaması da mümkün değildir. Gelen telefonlarla, tehditlerle, mağazayı fotoğraflayanlarla, başka bir mağazanın satış temsilcilerine yönelik yapılan hakaret ve eylemlerle en küçük bir ilgimiz ve bağlantımız yoktur ve asla da olmayacaktır.
DAYAKÇILAR KOVULMAMIŞ, İSTİFA ETMİŞ
        Basın metninde çarpıcı bir ifade daha yer alıyor. Bunun mutlaka açıklığa kavuşturulmasını istiyoruz. Çünkü bu noktada ya Panora yönetimi ya da mağaza sahipleri yalan söylüyor. Panora yönetimi olaya karışan kişilerin sözleşmelerinin feshedildiğini ve işten çıkarıldıklarını telefonda bizzat bize söylemişlerdi. Hatta internet sitesinde yer alan haberde de bu yönde beyan vermişlerdi.  Ancak basın metni, dayakçıları aklama çabasından olsa gerek, Panora yönetimini tamamen yalanlanıyor. Dayakçılar o kadar gururluymuş ki, işten çıkarılmamışlar, kendi istekleriyle istifa etmişler. Bu konuda net bir açıklama bekliyoruz. Çünkü olması gereken, mağazanın dayakçıları tazminatsız olarak işten atmasıdır.

BİZ ÇOCUKLARIMIZI “SALDIRAN” OLARAK YETİŞTİRMİYORUZ
“Bu küfürlere dayanamayıp saldıran sizin de çocuğunuz olabilir” diye bir ifade var basın metninde. Kanımız dondu, söyleyecek kelime bulamadık. Biz çocuklarımızı “saldıran” olarak yetiştirmiyoruz. Biz çocuklarımızı “haksızlığa karşı asla boyun eğme, hakkını sonuna kadar ara” felsefesiyle yetiştiriyoruz.  O yüzden sizi bu noktada anlayabilme ihtimalimiz yok. Sizinki gibi bir anlayışa sahip olsaydık, orada dayak yiyen bizler olmazdık. Yaşananlara bakıldığında; saldıran da, saldırtan da, saldırıya uğrayan da ortadadır.

VATANDAŞIMIZ NE GÜZEL YAZMIŞ: “Oİ ARTE, KADINA ŞİDDETE EV SAHİPLİĞİ YAPAN MAĞAZA”
Tekrar ediyoruz ve diyoruz ki: “bu rezilliği kimse unutmayacak, unutturmayacağız, yaptıklarınızın bedelini ödeyeceksiniz” ama bunu, sizin yaptığınız gibi Orman Kanunlarıyla ve basit kışkırtma oyunlarıyla değil, Türkiye Cumhuriyetinin hukuk devleti olmasından aldığımız güçle yapacağız. Adalet yerini bulacak. Adalet yerini bulana kadar ve bu tavrınızı sürdürdüğünüz sürece siz, “kadına şiddete ev sahipliği yapan mağaza” olarak anılmaya, biz de hakkımızı sonuna kadar aramaya devam edeceğiz.
TELEVİZYONA ÇIKMAMAK TAMAMEN BİZİM TERCİHİMİZDİR
Bir gerçekten daha bahsedelim, yalan bir metinde imzamız olmasını istemeyiz. Biz olaydan sonra sadece bir basın mensubuyla görüştük. Kendisi Kıvanç Bey’dir. Başından beri bu olayın sadece internet sitelerinde yer almasını istedik zira etkili ve sansürsüz bir mecra olduğunu düşünüyoruz. Haberin, ‘Vatan’ dışında diğer internet sitelerinde yer almasıyla kesinlikle bir ilgimiz ve müdahalemiz söz konusu olmamıştır. Doğal olarak, bu olay Meral Hanımın veya Deniz Hanımın anlattığı gibi küçümsenecek bir olay değildir. Kadına şiddetin bu kadar konuşulduğu ve kanunlarla kadınların korunmaya çalışıldığı bir ortamda bu olay, haber değeri taşımaktadır. Haberin, tüm internet sitelerinde yer almasından daha doğal ne olabilir ki? Hatta internette çıktıktan sonra olayı tekrar tekrar yaşayan iki kadının psikolojileri daha da bozulmuştur. Kabul etsek, tüm kanallarda haber bültenlerinde yer alırdık. Bunu düşünmek bile öyle abes ki, açıklarken utanç duyuyoruz. Haber internette çıktığı gün, 5 büyük televizyon kanalından bizi aradılar ve kesinlikle hiçbirine çıkmayacağımızı söyledik. Arayan muhabir arkadaşların telefon ve isimleri de kayıtlıdır. Ne diyelim, insaf… Biraz insaf… Basın metninde tazminat davası açacak olmamız da eleştirilmiş ve sadece bu nedenle olayın büyütüldüğü belirtilmiştir. Yazık..Ne yapsaydık? Dayakçılara ve dayakçıları destekleyen mağaza sahiplerine tazminat mı ödeseydik? Hiçbir tazminat, o iki kadının bir damla gözyaşından, saçlarının bir telinden daha değerli değildir. Tazminat, sadece avukatımızın tavsiyesiyle yerine getireceğimiz bir prosedürdür.
DAYAĞIN GEREKÇESİ, AÇIKLAMASI, NEDENİ, NİÇİNİ OLMAZZZZZZZZZZZZZZZZZZZZZZ
Oİ Arte’nin basın metninde sıklıkla, sanırız hukuki bir zorunlulukla ve aslında tamamen göstermelik olarak “dayağın bir açıklaması olmaz” yazmışlar. Peki siz üç sayfa basın metniyle neyin açıklamasını yaptınız? Samimiyetinize hiç inanmıyoruz. “Vücudumuzdaki ve ruhumuzdaki tahribatlar ne yazık ki belgelenemiyor” yazmışsınız. Kimseyi inandırmak zorunda olmadığımız halde, yaptıklarınızın bedelini ödemeniz için hastaneye gittik ve fiziki tahribatlarımızı belgeledik. Ruhumuzda yarattıklarınız için her gün dua etmekten başka çaremiz yok. Vicdan sahibi olmanız için dua ediyoruz. Ve sizin için bile dileğimiz; kimsenin başına böyle bir olay gelmemesidir.
Deniz Hanım, Meral Hanım gerçeği aslında hepimiz biliyoruz. Siz bu süreçte, maalesef yanlış adımlar attınız. İnsanlığı ikinci plana ittiniz. Bu yazıyla size olayın insani boyutunu görmeye çağırıyoruz. Yazdığınız basın metninin içeriği nedeniyle sizinle bundan sonra asla muhatap olmak istemiyoruz... Bundan sonra sizinle sadece avukatımız muhatap olacaktır.
VİCDAN ÖYLE İNCE BİR SINIRDIR Kİ; VARLIĞI ÇOK NADİREN GÖZE BATAR, YOKLUĞU İSE ÇOK AĞIR GELİR İNSANA…
Aslı Çınar-E.G.'nin Ablası
Meltem Salimoğlu-M.F.'nin Ablası